EŞSİZ GÜZELLİKTE YERLERE, MEKANLARA VE TATLARA HOŞGELDİNİZ...

Eşsiz güzellikteki doğa harikası yerleri, hoş ambianslı mekanları ve leziz tatları birlikte keşfetmeye hoşgeldiniz...

Welcome to the discovery of nature beauties, cute ambienced places and delicious tastes together...

Willkommen sie die landschafiliche Schönheit, die Platze mit dem niedlichen Ambiente und lecker Essen zusammen zu entdecken...

4 Haziran 2011 Cumartesi

Şehzadeler Şehri Manisa – 10.04.2011

Nisan ayının güzel bir Pazar sabahında, tam da lale mevsiminde Osmanlı tarihi boyunca Şehzadeler şehri olmuş olan Manisa’ya doğru yola çıkıyoruz. Şehir bizi parklarda ve bahçelerde açmış olan laleleri ile karşılıyor. Manisa’nın yakın tarihini inceleyecek olursak, Manisa’nın neredeyse tamamı, Yunanlılar tarafından Kurtuluş Savaşı’nda yakılmış ve bu önemli şehirde iki elin parmağını geçmeyecek kadar tarihi eser kalabilmiştir. Yakılan tarihi eserlerden en önemlilerinden biri de Manisa Sarayı’dır. Günümüze malesef saraydan hiçbir kalıntı kalmamıştır.

Manisa’nın Osmanlı ve öncesinden kalma tarihi dokusunu inceleyeceğimiz gezimize geçmişi Roma ve öncesine kadar dayanan tarihi kale tepesinde başlıyoruz. Kale tepesinde Manisa kalesinin kalan surları görülebilmektedir. Kale tepesinde Niobe’nin ağlayan kayası önünde duruyoruz ve Manisa’ya tepeden bakıyoruz. Ağlayan kayanın mitolojik hikayesi kısaca, Niobe’nin tüm çocuklarının tanrılar tarafından tek tek öldürülmesinden sonra ağlayarak taşlaşmasından ibarettir. Kayanın şehre bakan tarafından yağmur çok yağdığında su akmaktadır ve şehirden bakıldığında kaya oturan, ağlayan öne eğilmiş bir kadını çağrıştırdığı için ağlayan kaya olarak adlandırılmıştır.  

Bulunduğumuz tepedeki kalıntılara baktığımızda, Hititler döneminden beri buranın kutsal bir bölge olduğu ortaya çıkmaktadır. Arkasının yüksek tepe olması ve sadece önünün savunma gerektirmesi tarih boyunca kale yerleşimlerinin burada yapılmasını sağlamıştır. Diğer şehirlerde de görüldüğü üzere, kutsal bölgelerde hep devamlılık yaşanmıştır. Yeni yerleşimciler tarafından kutsal bölgeler, hep daha öncekinin üzerine inşa edilmiştir. Kutsal alanların üzerine inşa etme, tarihte ve özellikle Osmanlı’da o kenti ele geçirmenin bir yöntemi olarak görülmektedir. Bu yerler türbeye çevrilerek, çevredeki halka yiyecek ve kalacak yer yardımı yapılırdı.

Niobe’nin ağlayan kayasının altında bulunan Revak Sultan Türbesi eski bir Bektaşi tekkesidir. Yapılış tarihi 1371’dir. 1826’da Yeniçeri ocağı kapatılırken, bu tarz Bektaşi türbeleri, tekkeleri ve mezarlıkları büyük zarar görmüştür. Manisa’nın bu yamacındaki bölge Bektaşiler’e ayrılmışken, dağın diğer yamacında da Manisa Mevlevihanesi bulunur. Bu iki bölge şehrin dinsel hayatında önemli bir yer tutmuştur. Bektaşiler daha çok köylü ve kırsal kesim üzerinde dinsel hakimiyete sahipken, Mevleviler ise kent merkezindeki kesim üzerinde dinsel hakimiyete sahiptir.

Ardından yol boyunca Saruhanoğlu İshak Çelebi’nin inşa ettiği Manisa Mevlevihanesi’ne doğru yola çıkıyoruz. Bu mevlevihane, Konya’daki mevlevihaneden sonra belki de Anadolu’daki en büyük mevlevihanedir. Mevlevihane’nin imarı 1368 – 1369 yılları arasında tamamlanmıştır. Mevlevi geleneği, Osmanlı döneminde ve saltanatında önemli bir yere sahiptir. 3. Selim gibi birçok padişah mevlevidir.       

Mevlevihane’nin ardından, rotamızı Ulu Camii’ye doğru çeviriyoruz ve tepeden aşağıdaya doğru yürüyerek iniyoruz. İlk olarak artık bir harabeye dönmüş olan Saruhanoğlu Manisa darphanesinin önünden geçiyoruz. İzlediğimiz dar sokakların ardından, Cuma namazlarının kılındığı Manisa Ulu Camii’ye ulaşıyoruz. Cami 1366-68 arasında inşa edilmiştir, 10 sene sonra da bitişiğindeki medrese inşa edilmiştir. Geçiş bölgesinde İshak Çelebi’nin mezarı da mevcuttur.

ManisaUlu Camii ve diğer Anadolu’daki eski Ulu Camii’ler düz toprak damlıdır, çatı ve kubbe yoktur. Sadece mihrap önü mekanını örten külah gibi bir şey mevcuttur. Ama zamanla, kubbe örtüsü daha sonra meydana çıkacak olan mimari bir elemandır. Manisa Ulu Camii zaviyeli bir ulu camidir; dışarıda yolcuların konaklamasına elverişli mekan mevcuttur. Son cemaatin namaz kıldığı yerlerde de gece, yolcular konaklayabilmektedir. Caminin özellikle minaresi ve üzerindeki seramik işlemeler görülmeye değerdir. Caminin içerisindeki mimari ve mihrabı görülmeye değerdir. Ulu Camii’de kündegari yöntemiyle yapılmış ahşap işleme minber, camide Cuma namazının kılınıp kılınamayacağını belirtir.

Ulu Camii’ye gidip de Sultan Çayı içmemek olmazdı zaten ki biz de bu geleneğe uyuyoruz. Sultan çayı, mesir macununun içerisinde kullanılan baharatların çay kıvamında sunulması ile servis edilmektedir.

Ulu Camii’den aşağıya doğru inerken, eski bir saat kulesi ilk olarak karşımıza çıkıyor. İlk olarak parkın yanında, eski saray hamamını görüyoruz. Şu an ise bu yapı saraç olarak kullanılmaktadır.

Daha sonra, çarşı içerisinde “Yeni Han” olarak bilinen dönemin ticaretle uğraşan ileri gelen ailelerinden olan Karaosmanoğulları’nın inşa ettirdiği hana gidiyoruz. Hanı inceledikten sonra, çarşıyı geçerek Hatuniye Camii’ne geliyoruz. 2. Beyazıt’ın karısı Hüsnüşah Sultan tarafından yaptırılmıştır. Caminin ön tarafında medresesi , ibadethanesi, külliyesi mevcuttur. Pencerelerdeki çift camlar, duvar kalınlığından yararlanarak binanın yazın ve kışın ısı dengesini sağlamada çok önemlidir. Caminin sütun başlarındaki üçgenlerin üzerinde 4 halifenin ismine ek olarak Ali’nin hemen yanında Hasan ve Hüseyin isimleri de yazılıdır. İçerideki saati de eski ve orijinaldir.

Ardından eski Manisa garajının önünde yıllara boyun eğmeyen ve restorasyondan geçmekte olan Rum Mehmet Paşa Hanı’na geliyoruz. Rum Mehmet Paşa, Fatih Sultan Mehmet zamanının sadrazamlarındandır. Mora’nın fethi zamanında Osmanlı hizmetine alındığı için lakabı “Rum” olarak kalmıştır. Eski garajın bir tarafında Mısır çarşısı, diğer tarafında da Alaca Hamam mevcuttur.

Yolu takip ederek, ilk olarak Manisa müzesine gidiyoruz, fakat Manisa müzesinde bitmek bilmeyen restorasyona takılıyoruz ve gezemiyoruz. Müzeden sonra, Muradiye Camii’ne geliyoruz. Caminin mimarisi, yalınlığı görülmeye değer ve Süleymaniye Camii’ne benzerdir, fakat küçüğüdür. Caminin mimarisindeki büyük kubbenin yükü, Osmanlı’nın bulduğu bir icat olan Türk üçgenleri geçiş elemanları ile eşit olarak yapıya dağılmaktadır. Böylece, cami daha dayanıklı ve uzun ömürlü kalabilmektedir.

Caminin ardından meydanda bulunan, Saruhan bey’in oğlu İshak Çelebi tarafından yaptırılan Saruhan Bey Türbesi’ne geliyoruz. İçerisinde Saruhan Bey’in mezarı mevcuttur.

Sultan Camii’ne geldiğimizde ise motifler ve süslemeler göz kamaştırmaktadır. 1522 yılında yapılan cami, 1768’de yeniden yapılan süslemeler ile göz kamaştırmaktadır. Caminin mihrabı orijinaldir ve yekpara mermerden yapılmıştır, fakat mihrabın ve diğer bazı bölgelerin boyanması caminin süslemelerinin zamanla bozulmasına neden olmaktadır.

Son olarak, Sultan Camii’nden çıktıktan sonra Hafsa Sultan Hamamı’nın önünden geçerek, merkezde bulunan çay bahçesinde devasa ağaçların altında günün yorgunluğunu atıyoruz. Böylece, Manisa’nın tarihi dokusunu inceledikten sonra merkez parkında çam ağaçlarının altında, laleler arasında çay molası vererek günümüzü tamamlıyoruz.

3 Haziran 2011 Cuma

Büyük Avrupa Seyahati

Viyana – 28.04.2011
13.25’de Viyana’ya vardık. Hotel Geblergasse’de konakladık. Stephansdom Katedrali’ne ve meydanına gittik. Stephansdom’dan Staatsoper’e doğru meşhur Singer Straße’de yürüyüş yaptık.
Resimler için tıklayınız.

Viyana -29.04.2011 Cuma
İlk olarak Kunsthistorisches Museum’a gittik. Hedefimizde Hofburg ve Schönbrunn Sarayları vardı, fakat zaman darlığından dolayı sadece Hofburg Sarayı’nın içerisindeki Schatzkammer (Hazine Odası), Av, zırh ve müzik aletleri müzeleri ve Ephesus müzesini gezebildik. Ephesus müzesinde Kuşadası Efes’ten getirilen buluntular, heykeller, Kybele Tapınağı’nın parçaları, vb gibi nadide parçalar sergilenmekteydi. Zaten müzeler saat 5’de kapandığı için zamanı yetiştirmek çok zordu. Aynı günün akşamını da Volksoper’de “Das Land des Lächelns” operasına giderek günü tamamladık. Son derece eğlenceli ve hoş bir operaydı.
Resimler için tıklayınız.

Prag – 30.04.2011
Sabah 8’de Prag’a yola çıktık ve otobüsle 4 saatte yani saat 12’de Prag Florenc otobüs garına vardık. Otelimiz “Italien Otel” 3 yıldızlı bir otel, otobüs garına çok yakındı. Etrafta Cumartesi olduğu için sanırım fazla taksi bulamadık. İstanbul’daki taksi kalabalığı nerede, Prag’daki olmayan taksiler neredeJ Madem bir süre yürüyelim, yolda belki taksi buluruz dedik, fakat bir tek taksi yolda gözükmedi. Neticede otele yürüyerek 10 dakikada vardık, otel aslında çok da yakınmış...
İlk olarak, Mustek metro istasyonundan çıkarak Praguecard’larımızı aldık. Prague card ile gittiğimiz birçok müzeye ücretsiz giriş imkanına kavuştuk. İlk uğrak noktamız eski şehrin meydanındaki Eski Belediye Binası ve Astronomik Saat oldu. Eski Belediye Binası’nın Kulesi’ne de çıktık ve muhteşem bir Prag manzarası izledik. Ardından meydanda güzel bir restoranda akşam yemeğimizi yedik. Ördek etini burada denemenizi tavsiye ederim.
Akşam saat 20‘de eski şehir meydanındaki St Nikolaus Kilisesi’ne Mozart, Bach, vb gibi ünlü bestecilerin eserlerini kilise orguyla dinlemeye gittik. Güzel bir konserdi. Bir yandan da dışarıda Paskalya festivali vardı. Boyanmış Paskalya yumurtaları özellikle görülmeye değerdi.
Çıkışta Karlov Köprüsü’ne gitmeye niyetlendik, fakat öğlenki yakıcı sıcak havadan eser kalmamıştı, fırtınalı yağmur birden bastırdı. Yanımıza tedbir olsun diye iyiki 1 şemsiye almıştık, çok faydasını gördükJ Neticede hava muhalefetinden ara sokaklarda fazla ilerleyemeden geri dönüp saat 10 gibi otelimize gitmek zorunda kaldık.
Prag’da dikkat edilmesi gereken bir diğer konu ise her ne kadar Çek Cumhuriyeti, Avrupa Birliği üyesi ise de hiçbir yerde kesinlikle “Euro” geçmiyor, kesinlikle “Koruna” istiyorlar.
Resimler için tıklayınız.

Prag – 01.05.2011
Sabah ilk olarak Prag kalesine doğru yola çıktık. Kale bölgesinde ilk olarak, Prag’ın en eski kilisesi sayılan St George Basilikası’na girdik. Ardından, St Vitus Katedraline girdik ve kulesine çıktık. Kulesine çıkarken bir hayli zorlandık, yaklaşık 1000 adet basamak saydım; fakat çıktığımıza gerçekten deydi, çünkü tepeden tüm Prag ayaklarınızın altında gözüküyor. Ardından güzel ve rengarenk evlerin bulunduğu “Golden Lane Sokağı”na girmek için aşağıya doğru ilerledik, fakat sokak bakımda olduğu için kapalıydı, giremedik. Biz de kal en bitişiğindeki Sternberg ve Schwarzenberg Sarayları’na girdik ve birbirinden güzel resim ve heykelleri inceledik.
Kaleden sonra kalenin hemen altındaki Mala Strana Bölgesi’ni yürüyerek geçtik ve Karlov Most (Charles Bridge)’a ulaştık. Yürürken incelediğinizde çok güzel tarihi evler mevcuttu. Aşağıda Karlov Most’un Mala Strana tarafındaki köprü kulesine çıktık ve Prag’ı ve Vltava nehrini doyasıya buradan da izledik. Ardından, köprünün karşısına geçtik ve Vltava Nehri’nde gemi ile yaklaşık 1 saat gezinti yaptık. Gezide bira, tatlı ve dondurma verdiler. Gezi bize özel gezi gibiydi, gemide sadece eşim ile ikimiz vardık.
Gezi bitiminde her gezginin seyahatteki malesef uğrak noktası McDonald’s’da yemek yedik ve ardından füniküler ile Petrin Tepesi’ne gözlemevine çıktık. Tepeden Prag’ın ışıltılı gece manzarası görülmeye değerdi.
Resimler için tıklayınız.

Prag – 02.05.2011
Prag’daki son günümüzün sabahında ilk olarak eski ve yeni Ulusal Müze’lere gittik.
Ardından, Yahudilerin tarih boyunca kapatıldıkları Josefov Mahallesi’ne gittik ve ilk olarak Eski-Yeni Sinagog (Staronova Synagoga)’u gördük. Bu sinagog dışında 6 farklı sinagog daha vardı. Bunların arasında Maiselova Synagoga iç dekorasyonunun zenginliği açısından görülmeye değer bir binadır. Yine aynı bölgedeki Eski Yahudi Mezarlığı da görülmeye değer.
Daha sonra, Eski Şehir meydanına dönerek, turla belediye binasının içerisine ve mahzenlere indik.
Akşamüstü Vysehrad Kalesi’ne gittik, muhteşem parkların içerisinden geçerek, şehri yukarıdan gözlemledik.
Akşam yemeğimizi Eski Şehir Meydanı’na yakın Vltava Nehri’nin üzerinde park etmiş olan büyük bir teknede yedik. Çok şık ve zarif bir mekandı. Baktığınızda dışarıdan çok pahalı gibi gözüken mekanda fiyatlar oldukça uygundu, çünkü mekan uluslararası İtalyan bir yemek firması olan  “Grosseto Marina Ristorante” tarafından kiralanmıştı. Neticede nehir ve kale manzaralı güzel bir yemek yedik. Ardından otelimize döndük ve akşam 23.30’da otobüsle Budapeşte’ye doğru yola çıktık.
Resimler için tıklayınız.

Budapeşte – 03.05.2011
Budapeşte’ye sabah saat 6 gibi vardık. Bizi ilk karşılayan metro girişindeki 6 kişilik kontrolör grubu oldu. Sabahın 6’sında bedava kimse metroya binmesin diye dikilmişler, bekliyorlarJ Nyugati Palyaudvar metro istasyonuna çok yakın olan otelimiz City Hotel Ring’e vardık. Son derece temiz ve merkezi bir otel, herkese taviye ederiz. Resepsiyonda da çok yardımcı oldular.
Budapeşte’de dikkat edilmesi gereken bir konu ise her ne kadar Macaristan, Avrupa Birliği üyesi ise de hiçbir yerde kesinlikle “Euro” geçmiyor, kesinlikle “Forint” kullanıyorlar.
Budapeşte’de “Hop On – Hop Off” dediğimiz üstüaçık otobüsle şehir turu satın aldık. Bu otobüsler gerçekten turistler için çok faydalı, otobüsün turistik noktalara yakın durakları var. Bu duraklardan otobüs yarım saatte bir yolcu alıyor, saatleri de belli. Yani bir noktada inip, gezip daha sonra belli saatte durağa gittiğinizde oradan binebiliyorsunuz. Böylece, 2 gün boyunca hem şehiriçi ulaşımınıza yardımcı oluyor, hem de kulaklıkla yolda geçtiğiniz tarihi yerler hakkında bilgi veriyor. İlk günümüzde şehir turu yaptık, parlamento binasını dışarıdan gezdik, Tuna nehri kenarında bir yürüyüş yaptık.
Günün akşamında, Budapeşte’de bulunan dostum Murat ile akşam gezintisine çıktık, fakat soğuk kış gecelerini aratmayan gece yüzünden fazla dışarıda duramadık. Biraz gezebildikten sonra bir cafede oturduk.

Budapeşte – 04.05.2011
Budapeşte’de 2. günün sabahında ilk olarak Budapeşte’nin merkezinde yer alan St Stephen’s Basilikası’nı ziyaret ettik. Ardından Buda Kalesİ’ne gittik. Ulusal Kale Müzesi’ni gezdik. Balıkçılar Burcu’na gittik ve St Matthias Kilisesi’ni gezdik.
Akşam 20’de Venedik’e otobüsümüz vardı. Bu yüzden, Tuna nehri üzerinde tur teknesi ile  gezinti yapamadık, bir dahaki sefere inşallahJ

Venedik – 05.05.2011
5 Mayıs sabahı saat 5’de İtalya sınırına vardık. Diğer ülkelerde sınırlardan geçerken otobüslerde hiç pasaport kontrolü yapılmamasına rağmen İtalya’da sınırdan geçerken sınır polisi otobüsü pasaport kontrolü için tam 2 saat bekletti. Sözde AB içerisindesiniz, AB üyesi ülkeden girmişsiniz sınır içine zaten ama yine de AB uygulamasına aykırı olarak kendileri de kontrol yapmaktalar. Aynı zamanda gece yoldan geçen arabaları da plakalarına göre durdurmaktalar ve pasaport kontrolü yapmaktalar.
Neticesinde saat 6’da varmamız gereken Venedik’e saat 8.30’a doğru vardık. Mestre’de otobüsten indik ve otelimize doğru belediye otobüsü ile yola çıktık. Venedik’te metro bulunmamaktadır. Otelimiz Mestre’nin Malcontenta bölgesindeydi. Her ne kadar haritada uzak gibi görünse de belediye otobüsü ile Venedik’e ulaşım sadece 20 dakika sürüyor.
Venedik’te 4 Euro’ya “Rolling Venice Card” satın aldım ve 72 saatlik tüm ulaşım (vaporetto ve otobüs) 33 Euro yerine 18 Euro’ya mal oldu. Bunun yanında, Roling Venice ile müze girişleri indirimli tarifeden oluyor veya 12 Euro’ya 10 müzeye bedava giriş hakkı veren Müzekart satın alıyorsunuz. Yalnız Rolling Venice Card sadece 29 yaş altındakilere satılıyor.
İlk gün Grande Canal’dan boylu boyuna geçerek, Venedik’in simgesi Piazza San Marco meydanına doğrudan gittim. Meydanda biraz gezindikten sonra sırasıyla Dükler Sarayı (Palazzo Ducale), Museo Correr, Museo Archeologico ve Sale Monumentali Biblioteca Marciana müzelerine girdim. Meydanda inanılmaz bir insan kalabalığı vardı. Sanki Venedik’e gelen herkes oradaydı. Meydandaki Çan Kulesi (Campanile) ve Saat Kulesi görülmeye değerdi.
Aynı günün akşamında, Piazza San Marco’da ve ara sokaklarda biraz gezindikten sonra akşam yemeğini Rialto bölgesinde geç saatte açık bulabildiğimiz bir Trattoria’da yaptık. Pizza yemenizi tavsiye etmem. Pizzaları gerçekten çok kötü ve Margarita dışındaki tüm pizzalarda domuz jambonu, domuz sucuğu, domuz sosisi, vb gibi tamamı domuz mamüllerinden yapılan şarküteri kullanıyorlar. Kesinlikle dana etinden üretilmiş şarküteriden yapılmış pizza bulamıyorsunuz.
Resimler için tıklayınız. 

Venedik – 06.05.2011
İlk olarak dün kalabalıktan dolayı giremediğimiz St Marco Basilikası’na girdik. Ardından, güzel sanat eserleri ve heykellerin bulunduğu Palazzo Mocenigo, Ca’Pesaro ve Museo Orientale müzelerini gezdik. Eskiden Osmanlı ve doğudan gelen tüccarlar için ticaret merkezi olarak kullanılan Fondaco dei Turchi’ye yani şu anki ismiyle “Museo Di Storia Naturale”nin de önüne kadar gittik, fakat müze sadece Çarşamba ve Cumartesi günleri açık olduğu için giriş yapamadık. Binanın heybetinden ve konumundan zamanında Osmanlı’nın Venedik’te çok güçlü bir siyasi güce sahip olduğu anlaşılmaktaydı.
Akşamüstü de cam işçiliği ile meşhur Murano adasına gittik. Amacımız adayı gezmek ve adadaki cam müzesi olan “Museo del Vetro”yu gezmekti, fakat biraz geç kaldık. Saat 17.30’da gitmemize rağmen neredeyse tüm dükkanlar kapalıydı. Biz de sokaklarda bir tur atarak, bazı açık olan dükkanlara uğrayarak, adayı boydan boya bölen kanalın kenarında güzel bir restorana oturduk. Pizza görmekten daha İtalya gezimizin 2. gününde bunaldığımız için 2 kişilik karışık deniz ürünleri siparişi verdik ve afiyetle yedikJ Yemek doyurucu ve gelen balık çeşitlerine göre oldukça ucuzdu. Ev şarapları zaten çok ucuz; yemeklerin yanında yarım litre şarabı 5 Euro’ya içebiliyorsunuz. (Belki Türkiye’ye göre pahalı, fakat İtalya’da bir sandviçin 5 Euro’ya satıldığını gözönüne alırsanız, inanın çok ucuz kalıyor).
Resimler için tıklayınız.

Venedik – 07.05.2011
Aslında bu sabah Garda Gölü’ne de uğrayarak Milan’a doğru yol alacaktık, fakat Venedik’in güzelliklerini bırakamadık ve akşama doğru yola çıkmaya karar verdik.
Papa bugün saat 4’de ilk kez Venedik’e geleceği için güvenlik önlemleri had safhadaydı. Sabahtan geçen günlerde gidemediğim San Giorgio Maggiore adasına gittim, fakat adadaki kilise ve çan kulesi Papa’nın ziyareti nedeniyle kapalıydı. Adanın arkasındaki parka zincir vurulmuştu, sanki turistlere adaya gelmeyin diyorlardıJ
Ardından, Ca’ Rezzonico müzesine gittik. Müzede, şehrin eşsiz sanat koleksiyonlarından eserler vardı.
Unutmadan Venedik’e gittiğinizde mutlaka maskelerden alın, çünkü İtalya’nın başka hiçbir yerinde bu derece çeşit ve kalitede maske satılmamaktadır.
Saat 6.30 gibi Venedik’ten Milan’a doğru yola çıktık. Akşam saat 10 gibi Milan’a vardık.
Resimler için tıklayınız.

Milan – 08.05.2011
Milan’da sabah erkenden ilk olarak soluğumuzu normal olarak Piazza Del Duomo’da aldık ve Milan Katedrali’ni ziyaret ettik. Katedrali gezdikten sonra “Galleria Vittorio Emanuele II” alışveriş merkezini ziyaret ettik. Alışveriş merkezinin arkasında da “Teatro Alla Scala” çok gösterişli olmayan bir binada kendini göstermekteydi.
Ardından zaman kaybetmeden Milan’ın ve İtalya’nın en önemli sanat merkezlerinden “Pinacoteca di Brera”yı ziyaret ettik.
Müzeden sonra Leonarda Da Vinci’nin “Son Yemek” adlı meşhur tablosunu görmek için “Santa Maria delle Grazie Kilisesi”ne gittik, fakat rezervasyonla içeriye ziyaretçi alıyorlardı, internetten randevulu bilet almadığımız için akşamüstü geç saate randevu verdi ve malesef giremedik, çünkü şehirden ayrılmamız gerekiyordu.
Kiliseye yakın bulunan çok güzel bir dondurmacıyı da söylemeden geçemeyeceğim.
Daha sonra, görkemli ve çok iyi korunmuş olan Castello Sforzesco’yu ziyaret ettik.
Son olarak da akşamüstü metro’yla Piazza del Duomo’ya geri döndük, yemek yedik ve Floransa’ya doğru yola çıkmak üzere otelimize geri döndük.
Resimler için tıklayınız.

Floransa (Pisa) – 09.05.2011
Floransa’da ilk günümüzde ilk olarak daha önce internetten aldığımız Firenzecard’ımızı turizm bürosundan teslim aldık. 50 Euro’ya satın alınan Firenzecard ile Galleria Uffizi ve Galleria dell’ Accademia gibi sokaklar boyunca uzayan sıralardan kurtularak müzelere doğrudan ücretsiz giriş yapabilirsiniz.
İlk günümüzde, İtalya’ya gelip de mutlaka görülmesi gereken “Pisa” kasabasına gittik. Yaklaşık 1 saatlik tren yolculuğu ile Pisa’ya kolayca vardık.
Pisa’da “Piazza Del Duomo”ya veya diğer adıyla “Piazza dei Miracoli (Mucizeler Meydanı)” na gittik. Büyük bir Japon turist istilasının içerisinde hissediyorsunuz kendinizi. Çoğu da aynı bizim aşağıda fotoğrafımız gibi poz vererek resim çektiriyorJ
Meydanda yamuk Pisa kulesi, katedral, vaftizhane ve mezarlık görülmeye değer mekanlardır.
Akşam ise tren yolculuğumuz dönüşünde Floransa’da Piazza del Duomo’ya giderek günümüzü tamamladık.
Resimler için tıklayınız.

Floransa – 10.05.2011
Floransa’da ikinci günümüzde ilk olarak Galleria dell’ Accademia’ya gittik. Floransa şehrinin simgesi olan ve Piazza della Signoria’da şehrin halen daha yönetim merkezi olan Palazzo Vecchio’nun önünde bir kopyası bulunan meşhur Davud heykelini gördük.  
Ardından, Opificio delle Pietre Dure’yi, Palazzo Medici Ricardi ve içerisindeki müzeyi ziyaret ettik. Daha sonra, San Lorenzo Kilisesi içerisinde yer alan Capelle Medicee’yi, tren istasyonuna çok yakın olan Santa Maria Novella Kilisesi’ni ve müzesini ve Museo Archeologico Nazionale’yi ziyaret ettik.
Akşamüstü Uffizi Gallery’e girdik ve gerçekten eşsiz olan İtalya’nın en iyi eserlerinin sergilendiği diyebileceğim müzeyi gezdik. Müzeden sonra kuyumcuları ile meşhur Ponte Vecchio köprüsünü de baştan başa geçtik ve resim çekilmeyi ihmal etmedik tabii ki.
Akşamları, belediye meydanı olan Piazza della Signoria ve Piazza della Repubblica şarkıcıları, gitaristleri ve kıpır kıpır kalabalığı ile tam bir karnavala benziyor.
Resimler için tıklayınız.

Floransa – 11.05.2011
Sabahtan ilk olarak San Marco Müzesi (Museo di San Marco)’yu ziyaret ettik. Sonraki durağımız, Museo Nazionale del Bargello oldu.
Ardından, Palazzo Pitti’ye gittik. Palazzo Pitti içerisinde 7 farklı müze ziyaret ettik. Bunlar, Galleria Palatina (Medici ve Lorraine grandükelrinin nefis sanat koleksiyonlarını içerir), Galleria d’Arte Moderna (Modern Sanatlar Müzesi), Museo degli Argenti (Mücevher Müzesi), Museo del Costume (Giyim Müzesi), Boboli Bahçeleri ve bahçelerin tepesinde bulunan Museo delle Porcellane (Porselen Müzesi)’dir.    
Floransa’dan ayrılmadan son durağımız rehberli turla katıldığımız Palazzo Vecchio oldu. Kulesinin üzerinden Floransa manzarasını da izlemiş olduk.
Akşam saat 20.30 gibi Roma’ya doğru yola çıktık. Roma’daki otelimizin yeri nispeten kolaydı, gece saat 23.30 gibi otelimize vardık.
Resimler için tıklayınız.

Roma – 12.05.2011
Sabah ilk olarak, Roma’da ilk 2 müzeye ücretsiz giriş sağlayan ve birçok müzede indirim yapan, ayrıca şehiriçi ücretsiz ulaşımımı sağlayan Rome Pass Card’ımı satın almak için bir turizm bürosuna gittim. Kartımı aldıktan sonra sadece randevu ile girilen ve daha önce randevu aldığım Galleria Borghese’ye gittim. Villada Caravaggio, Bellini, Bernini gibi ünlü sanatçıların eşsiz eserlerini görebilirsiniz.
Daha sonra, Santa Maria Maggiore Kilisesi’ni ziyaret ettik. Ardından ise Roma’nın asli gerçekliğini ilham verici bir saraydan ya da kiliseden daha iyi yansıtan mimari başyapıtlarından Colosseum’a gittik. Gözümüzün önünde arenadaki meşhur gladyatör savaşları yeniden canlandı.
Colosseum’dan sonra Palatino Tepesi’ne ve oradan da Roma Forumu’na geçtik. Saat 19.30’da Forum’un kapanmasının ardından bir trattoria’da leziz yemekler yedik ve akşam son olarak Vittorio Emmanuele Anıtı’nı ziyaret ederek günümüzü tamamladık.     
Resimler için tıklayınız.

Roma – 13.05.2011
Bugün tam günümüzü Vatikan’da geçirdik. Vatikan müzeleri zaten neredeyse bir şehir kadar büyüktü. Vatikan müzelerinden sonra Papa’nın meydanda Hristiyanlara seslendiği Saint Peter Meydanı’na giderek ve Saint Peter Basilikası’na da girerek günümüzü noktaladık.
Özellikle Papa’ların da seçildiği Sistine Şapeli, Vatikan’da mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında gelmektedir.   
Vatikan çıkışında Vatikan’a çok yakın olan Castel Sant’ Angelo’nun önünde Tiber nehrine karşı oturarak günün yorgunluğunu bir parça da olsun atmaya çalıştık.
Resimler için tıklayınız.

Tivoli (Roma) – 14.05.2011
Roma’daki son günümüzde çok güzel, günlük güneşlik bir hava vardı. Biz de Roma’ya 25 km uzaklıktaki Tivoli kasabasına meşhur Villa d’Este ve Villa Adriana’yı ziyaret etmek üzere yola çıktık.
İlk olarak Villa d’Este’ye gittik. İlk bahçesi 1550 yılında yaptırılan Kardinal 2. Ippolito d’Este’ye ait olan villanın havuzları ve bahçeleri özellikle sıcak bahar ve yaz günlerinde mutlaka görülmeye değerdir. Neptün Çeşmesi’nden dökülen şelalenin veya “Hundred Fountains” (Yüz Çeşmeler)’den dökülen suların ışıltısı ve serinliği içerisinde insan kendini sanki cennette hissediyor.
Çimlerdeki uzanma molamızdan sonra villadan ayrıldık, arabamızı aldık ve Villa Adriana’ya doğru yola çıktık.
Villa Adriana, Roma İmparatoru Hadrianus’un kendi için 70 hektardan daha büyük bir araziye inşa ettirdiği bir zevk sarayını içeren arkeolojik kazı bölgesidir. Bölgedeki havuzlar, anıtsal hamamlar, ayrı ayrı Yunan ve Latin kütüphaneleri, tapınaklar ve kameriyeler imparatorun zihinsel ve tensel zevklerini yansıtmaktadır.
Bölgede gezinmeye ilk olarak biz zamanlar sütunlarla çevrili olan Yunan tarzı havuz olan Pecile’den geçerek başlanmaktadır ve ana hamamlardan geçtikten sonra Mısır Tanrısı Serapis’e adanan Canopus Havuzu’na ulaşılır. Oradan da imparatorun yaşadığı binanın bulunduğu saray kalıntılarına ulaşılmaktadır. İki küçük müzede de bölgeden bulunan kalıntılar ve heykeller sergilenmektedir.
Turizm, Villa Adriana’da gece de devam ediyor. Yöre halkı ve turistler gece 2‘ye kadar bölgeye yürüyüş yapmak için gelebiliyorlar. Böylece, ışıklandırmalı da çok güzel olan arkeolojik alanı görme zevkine erişilebiliyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bizim birçok tarihi yerde akşam ve geceleri ışıklandırma ile turizm potansiyelimizi kullanamamamızdır. En basit ve bilinen örnek Efes arkeolojik bölgesidir.
Resimler için tıklayınız.

Napoli ( Pompei ) – 15.05.2011
Sabah erkenden Napoli’ye doğru Pompei kalıntılarına ulaşmak üzere yola çıktık. Saat 1 gibi vardığımız Pompei, ilk çağdan hiç bozulmadan günümüze kadar gelebilen nadide şehirlerden biridir. Binaların her ne kadar sütunları yıkılsa da sağlam kalan binalar içerisindeki resimler ve heykellerin birçoğu hiç bozulmadan kalabilmiştir.
Yanardağ’ın dehşetine uğrayan şehirde insanların korku anındaki heykelleri de kaskatı kesilmiş halde durmaktadır.
Pompei’nin ardından akşam konaklayacağımız otelimize Napoli’ye gittik.
Resimler için tıklayınız.

Napoli – 16.05.2011
Sabahtan yürüyüş ile başladığımız şehir çöp yığınları içinde, sokaklarda evsiz, dilenci ve çingeneler geziniyor. Sanki sokaklar insana tekin değilmiş imajını daha şehre girer girmez veriyor. Hayret ettiğim diğer bir konu da insanlar çöplerle kaplı kaldırım ve yollarda günlük yaşamlarının bir parçasıymış gibi yürümekte ve yaşamaktalar.
Anlatılana göre şehre “Camarro” adlı bir mafya grubu hakim ve polis ve insanlar bu çeteden çekinmekteler. Ayrıca, şehirdeki çöp toplama işi de bu mafyanın elinde ve belediye ile mafya anlaşamadığı için sokak ve kaldırımlarda çöp yığınları devamlı durmakta ve kimse toplamamaktadır. Mafya çöp toplama işini başka kimseye veya belediyeye de yaptırmadığı için sokaklar pislik içerisinde bulunmakta ve insanlar çöpler içerisinde yaşamlarını sürdürmekteler.
Şehir İtalya’da hırsızlık ve kapkaçta bir numara imiş. Bunu da sonradan öğrendik. Diğer tüm gittiğim şehirlerden farklı olarak merkezi tren istasyonunun önündeki ana meydanı kaçak ve çalıntı eşya, çanta, hediyelik, vb gibi şeyler satan zenciler kaplamış durumda ve polis bu duruma hayret bir şekilde hiçbir müdahalede bulunmamakta! İnsana gerçekten çok ilginç geliyor, alelade çalıntı cep telefonları ve kaçak mallar (cep telefonları, taklit çantalar) satıyorlar.
Kısaca, kimseye can ve mal güvenliği açısından gitmeyi tavisye etmeyeceğim şehirde bir günlük tur bize yetti. En güzeli Pompei’ye günübirlik gelip Roma’ya geri dönmek. Napoli’de görülecek fazla bir yer yok zaten.
Bir günlük gezintimize deniz kenarından başlayarak, ilk olarak denize ve limana hakim Castel Nuovo’yu gördük. Ardından sahilden yürüyüşümüze devam ederek, Piazza Plebiscioto’ya ulaştık. Meydan, Palazzo Reale (Kraliyet Sarayı), Ulusal Kütüphane ve San Francesco Di Paola Basilikası tarafından çevrilmiş haldedir. Museo Palazzo Reale’yi gezikten sonra, Taksim Caddesi’ni andıran Via Toledo’da yürüyüş yaptık ve yürürken Via San Carlo sokağında kalan tarihi alışveriş merkezi “Galleria Umberto I”i de ziyaret ettik.
Daha sonra, akşama doğru Via Toledo sokağından otelimize doğru yürürken yol kenarındaki çöp yığınları arasından arka sokağa gizlenmiş olan çok güzel bir restoran olan Hosteria Toledo’yu keşfettik. Çok uygun fiyata balık menülerinden yararlandık ki burada 12 Euro’ya karışık balık tabağı(4 barbun, 4 tavuk balığı, 4 karides) yanında da ev yapımı şarap (1/2 lt’si 5 Euro) içebiliyorsunuz. Tiramisu’su da gerçekten çok güzeldi.

SON OLARAK
Son olarak, İtalya’ya gelecekler için İtalya’da Roma’nın altına inmeyi kesinlikle tavsiye etmiyorum. Özellikle Napoli’de hırsızlık ve yan kesicilik çok büyük bir problem. Napoli’ye gelenlerin de değerli takılarını, çantalarını, vb gibi eşyalarını kesinlikle otelde bırakmalarını tavsiye ediyorum. Arabaların güvenliği ise geceleri tam anlamıyla Allah’a emanet!!! Ana caddeden bile rahatlıkla araba çalabiliyorlar ki ana caddelerde yol kenarlarında birçok arabanın jantları çalınmış, lastikleri patlatılmış ve arabalar çizikler içerisindeydi.

18 Ocak 2011 Salı

İzmir’in Tarihi Savunma Kaleleri - 08.01.2011

Güneşin gökyüzünde parladığı güzel bir kış günü İzmir’in fazla bilinmeyen 6 çevre kalesine doğru yolculuğa çıkıyoruz. Şimdi ilk akla gelen “Kadifekale’ye gittiniz mi?” sorusuna yanıtım “Hayır” olacaktır. Bu gezimizde, arkeolog Sn Şükrü Tül hocamız önderliğinde İzmir’in çevresini koruyan ve körfeze hakim ana kale olan Kadifekale’yi koruyan 6 kaleyi ziyaret ediyoruz.

İzmir’in çevresindeki ilk kalelerin yapımı tarih öncesi yapılan akınlara karşın endişelerden kaynaklanmaktadır. Kalelerdeki bulunan seramiklerin tarihleri Batı Anadolu’yu tehdit eden Kimmer akınlarına kadar dayanmaktadır. Kimmer akınları İÖ 645 civarlarında gerçekleşmiştir. İÖ 600’lerde Doğu’dan gelen Lidya’lıların Batı Anadolu’da büyüme isteği mevcuttur. Daha sonra, Anadolu’ya Perslerin akınları İÖ 546’da gerçekleşmiştir. Batı Anadolu’yu ele geçiren Persler, Yunan akınlarını önlemek amacıyla ciddi bir kaleleşmeye gitmişlerdir. Persler ayrıca ordularında kullandıkları kurşunun çıkarıldığı kurşun madenlerini koruma amaçlı olarak da birçok kale inşaatı yapmışlardır. Eski yapıda, kırsalda tarım nüfuslarının besledikleri askerler ve onların savundukları kaleler mevcuttur. Kalenin çevresinde de tarımsal bir dünya mevcuttur. Bu yapıların doğal olarak su kaynakları mevcuttur.

İlk olarak, Karşıyaka/Yamanlar yolu üzerindeki Karşıyaka Mezarlığı’nın hemen yanıbaşındaki “Yamanlar Yolu Kalesi”ni ziyaret ediyoruz. Yerel belirgin bir adı olmadığı için bu ismi kaleye 1945 yılında yaptığı gezilerde ünlü arkeolog George E. Bean vermiştir. Surlarla çevrili olduğu Bean tarafından belirlenen yerleşimin çekirdeğini bir kaya yükseltisi belirler. Çeversi tarıma elverişli düz alanlardan oluşmaktadır. Kalenin yapılış tarihi MÖ 4.yy’a dayanmaktadır. Yamuk planlı bir kaledir. Ortadaki kaya yükseltisinin güneyinde bir kuyu biçimli oyuk yer almaktadır. Kayanın kuzey yönünde ise bir tapkı nişi yer almaktadır. Denizden 120 metre yükseklikteki kayalığın gözetleme işlevi taşıdığı yüzeyindeki oyuklardan anlaşılır. Sur duvarları tahmini olarak 1,75 m ile 1,80 m kalınlığındadır. Yüzeyde ele geçen çatı kiremitleri ve birkaç amphora dibi Hellenistik döneme tarihlenmektedir. Söz konusu kalıntılardan günümüze sadece ana kaya çekirdeğindeki izler, niş ve kuyu görülebilir.

Yamanlar Yolu Kalesi















İkinci kalemiz, Yamanlar dağı’nın, eski yanardağ kraterinin orta kesiminde yer alan mağma kökenli bir kütle uzaktan kolayca algılanabilmekte ve en yaygın biçimde eski yayınlarda “Adatepe”, resmi olarak da Sancakkale olarak anılmaktadır.
“Adatepe”, resmi olarak da Sancakkale


Yerleşimin topografyasını İzmir Körfezi’nin her yerinden görülebilen Agiada Triada/Turan vadisi ortasındaki oval biçimli bir kayalık belirler. Doğu yamaçtaki duvarlar ve kuzeybatıdaki teraslama ile yerleşimin sınırları tanımlanabilir. Güneyden yaklaşıldığında dik açı köşe yapan sur duvarları algılanır. Bu duvarın kuzeye doğru gidildikçe kule uzantıları ve batıya doğru dönen sürekliliği belirlenmiştir. Kuzey yönünde bir kapı aralığı bırakacak biçimde ilerleyen sur, olasılıkla dik açı yaparak güneye döner. Ana kaya yükseltisinin batısında yer alan vadi ise anılan sur duvarlarının isodomos örgü sistemine aykırı bir biçimde iri taşlarla yaratılmış çokgen örgü duvarla kesilmiştir.

                                                         Çokgen Örgü Duvar


Ana kaya yükseltisinden daha alçak olan güneydeki kayalıkta bulunan kuzey ucu dairesel dönüşlü olan yapı üzerindeki devrilmiş kaya bloğuna rağmen incelenirse bir sarnıç olduğu görülebilir.

Sarnıç


Bir bölümü kaya içine oyulu yapının doğuda duvar kalınlığı 90 cm’dir, kuzeyde ise 190 cm’ye yakın bir harçlı duvar ile kesilmiştir.

Harçlı Duvar

Seramik bulgular bakımından yüzeyde Attika kökenli siyah sırlı Klasik çağ, kırmızı-kahverengi sırlı Hellenistik çağ seramikleri, amphoralar ve çatı kiremitleri yoğunlukla gözlenmiştir. Kullanım süresi olarak İÖ 5. yy’dan Hellenistik çağın sonuna kadar savunma yapısı olarak, sonra da Roma-Bizans çağında kırsal yerleşimlerin açık kullanımlarına sahne olmuştur.

Gün ortasında Bayraklı Belediye’sinin Dünya Barış Anıtı’nda mola veriyoruz.
Dünya Barış Anıtı

Üçüncü kalemiz, Turan’ın üzerinde bulunan “Felswarte”dir. Turan’dan başlayan kayalık sırt Yamanlar Dağı’nın zirvelerine doğru çıkarken aşağıdaki yola egemen bir nokta ilgi çeker. Burası doğal bir kayanın yontulması ile elde edilmiş bir alandır.

                                                                      Felswarte

Merdivenlerle ulaşılan kayanın üzeri 2,10 x 0,90 m ölçüsünde düzeltilmiş ve içe doğru 1,10 m oyulmuştur. Doğudan bakıldığında iki grup merdiven yontusu görülür. Merdivenlerin bütünleşip bütünleşmediği pek belirli değildir. Eğer merdivenler aradaki parçalarla bir bütünlük yaratıyorsa burası görkemli bir sunak biçimi verecektir.


Kayalık düzlemdeki bir lahit ölçüsü veren çukura bakılırsa bir anıt mezar kimliği de çıkarılabilir. 

Lahit

          Dördüncü kalemiz, İzmir Körfezi ve ona bağlı Bornova ovasının savunmasında en uç, en doğudaki kale, Kurtuluş Savaşı stratejisi içerisindeki önemi ile de bilinen Belkahve Kalesi’dir. Tüm zamanlar boyunca Orta Ege dünyasına açılan bir kapı niteliğindeki Belkahve, eni 6 m olan sur duvarları ile tanınmaktadır.

                                                                       Belkahve Kalesi

Arkaik çağda güçlendirilen bu yükseltinin, Smryna’nın eski yerleşimi Bayraklı ile ilintili savunma niteliği Hellenistik Smryna için de geçerlidir. Bean’in 1945 yılında yayınladığı kale krokisine göre 100-150 m çapında ve kaya yükseltilerine uyumlu bir savunma sistemi tepeyi çevirmektedir. Akropolis olabilecek en yüksek kesimde dörtgen planlı üç kule belirlenmiştir. Buradaki kayalarda stel yerleştirilebilecek doğal kayaya açılmış oyuklar bulunmaktadır. Günümüzde Belkahve anıtından bakıldığında 6 metrelik duvarın inişi ve doğuya doğru dirsek yapışı görülebilir. 6 m’lik duvarda polygonal teknik izlenir.



Doğu kesimde kale oval bir dönüş yaparak çevrimi tamamlar. Doğu yönünde L biçimli duvarkarşıdan gelen duvarla birleşir ve kapı mimarisini oluşturur.

Beşinci kalemiz, Kaynaklar’da bulunan ve Buca otobanında yolun kenarından görülebilen “Sivritepe” veya “Kalekayası”dır. Sivrikaya Buac arkasındaki tepeleri aşarak, özellikle de orman dokusunu zorlukla geçebilecek bir yol olasılığını denetleyebilecek konumdadır. Gökdere köyünün doğusundaki sivri bir kayalık yükseltinin güneye bakan yamaçları çokgen örgülü teraslarla güçlendirilmiştir. Zirve kayalıkta ise 4 adet sarnıç bulunmaktadır. Bu kale yerleşim model olarak aşağıdan geçen Arapdere çayının tarımsal olanaklarından yararlanan bir yerleşim modeline göre kurulmuş olabilir. Duvar tekniğine göre İÖ 6. yy’dan başlayarak İÖ 4.yy boyunca kullanılmış olmalıdır. Arapdere çayının yukarı kesimlerdeki su toplama düzeneklerinden anlaşıldığı üzere sözkonusu kaynaklar Smryna kentinin en azından Augustus çağından bu yana su kemerlerini beslemekteydi.

                                                                                     Sivritepe

Altıncı ve bugün son gittiğimiz kalemiz, İzmir’in güney savunma kalesi olan “Akçakaya”dır. İzmir Körfezi’ne egemen Mastousia dağının doğu eteklerinde yer alan kayalık tepe, uzaktan bir kireç taşı ağartısı olarak görülmesi nedeniyle “Akçakaya” olarak anılmaktadır. Denizden 430 m yükseklikteki kaya altyapı olarak şist arazi üzerine binmiş bir kireçtaşı kütlesidir. İzmir Körfezi’ni, Smryna’nın en azından Hellenistik-Roma döneminde savunma artalanı olan Cumaovası yönünü, Cumaovası-Gaziemir üstünden Balçova inişini denetleyen bu kale yerleşimi ilk kez George Weber tarafından saptanmıştır. Weber, 1882’de eski Sevdiköy (Gaziemir) üstünden Tahtacıköy’e (Uzundere), oradan da Balçova’ya inen kervan yolu üzerinde Akçakaya’yı işaretlemiştir.


                                                                          Kale Suru ve Genişliği


                                                                                                 Akçakaya

Akçakaya ilk bakışta yüksek bir kayalığa yerleştirilmiş akropolis izlenimi verse de aşağı kesimdeki yerleşimden söz etmek olasıdır. İlk araştırmacılar yalnızca yüksek kesimdeki teras ve duvarlarla; özellikle de sarnıç yapısıyla ilgilenmiş olsalar da yüzeydeki malzeme bir üst kale/akropolis ve aşağı kesim/yerleşme verilerini sağlamaktadır. Akçakaya’nın savunma olanaklarını kireçtaşı çekirdek oluşturur. 150 metre uzunluğundaki keskin bir kuzey-güney doğrultulu sırt kalenin batı tarafını aşılmaz kılmaktadır. Burada bırakılmış bir kapı aralığı üst kesime ulaşmak için kullanılmıştır. Kayanın doğal bir yarık yaptığı kesimde basamaklı ve kısmen kayaya oyulmuş duvar yataklı bir kapı mimarlığı görülebilir.

Doğal Kapı

30 metreyi geçen kuzey-güney doğrultulu teras duvarının dış sırası döküldüğü için algılamak kolay değildir. Duvarın yarattığı üçgen biçimli alanın içerisinde Weber 1882 yılında kimi mimarlık parçaları saptamıştır. Günümüzde birkaç sütun düzlem taşları ve küçük bir kutsal alanın basamakları olabilecek taşlar, dağınık biçimde izlenebilir.

Tapınak

Üçgen biçimli bu üst kesimin en ilginç ayrıntısı ise oval biçimli sarnıç yapısıdır. Karşılaştırıldığında teknik ve ölçü bakımından Adatepe sarnıcı ile benzeşen bu yapı ana kayayay oyulmuştur. 4,70 x 3,10 m ölçülerindeki sarnıcın derinliği son yıllarda yapılan kaçak kazılar nedeniyle artmıştır.

Sarnıç
Günümüzde Akçakaya’ya çıkmak için izlenecek orman yolu kayalığın güneyinden geçer. Yol kıyısındaki kesitlerde sur duvarlarına ilişkin taş dizeleri görülür. Kayalığın güney ucunda Weber iki kireç ocağı bulmuştur. Emilie Haspels’in saptadığı seramikler ise siyah sırlı İÖ 5-4.yy seramikleri, Helenistik kaba firnisli seramikler, İÖ 4-3. yüzyıla tarihlenen kırmızı seramikler, iki kabartmalı Megara kasesi parçası ve çatı kiremitleri ile amphora parçaları olarak sıralanır.

Böylelikle günü akşam ediyoruz ve bir sonraki gezimizi sabırsızlıkla bekliyoruz.